Tuna Kiremitçi Sözleri

Tuna Kiremitçi, hem müzisyenliği hem de şairliği ile tanınmış bir sanatçıdır. Eskişehir doğumlu olan Kiremitçi, 1973 yılında dünyaya gelmiştir. Özgün müzik tarzıyla birçok kişinin kalbine dokunurken, kelimelerle de duyguları en derin şekilde ifade edebilme yeteneğine sahiptir.

Kendisinin yazmış olduğu şiirler, insanın iç dünyasına yapılan bir yolculuk gibidir. Her bir dize, yaşamın farklı bir anını veya duygusunu yansıtır. Tuna Kiremitçi’nin bu eşsiz kaleminden çıkan anlamlı sözleri, birçok kişi tarafından özenle okunmakta ve paylaşılmaktadır.

Yakın zamanda, Kiremitçi’nin en beğenilen şiirlerini de sizlerle paylaşmayı planlıyoruz. Bu şiirler, hayatın her anını daha derinlemesine yaşamanıza ve farklı perspektiflerden bakmanıza yardımcı olacak. Onun kelimeleri aracılığıyla yaşama dair yeni anlam katmanlarına ulaşabilirsiniz.

En Güzel Tuna Kiremitçi Sözleri

En sağlam direniş: Kalbi temiz tutmak.

Her şeye rağmen belki, hala, biraz genç sayılırdık.

Biraz da sana bağlı, üzülüp üzülmemem.

Ondan öncesi vardı, bir de ondan sonrası.

Hayatımızdan geri getirilmesi imkânsız bir dakika geçti.

Hayatım senindir. Nefesim ve tenim senindir. Seni sevmekten dolayı yaşayacağım her şeyden ancak gurur duyarım…

Her şey bir tereddüt” dedi. “Bu kainat bilinmeyen bir Tanrı’nın tereddütü.Sona ermek için onun kararını bekler gibiyiz.

Unutuş tam ne zaman gerçekleşti, bilmiyorum. Uykuya daldığımız anı hatırlayamayız ki…

Şimdi ben, genç kızlığının dünyasında misafir bir kadınım. Başımdan bir hayat geçti…

Elbette bir acı yaşadım. Kanatlarım kırıldı. Elbette en kötüsünü gördüm. Şurada yaralarını usul usul, yaygara etmeden sarmaya çalışan bir kadınım.

“Fırtınaları severim ” dedi: “Şu hayattaki her şeyin geçici olduğunu hatırlatırlar.”

Ev soğuktu. Yalnız kalmak istemiyordum.

Bir yanım onu giyotine yollamak isterken diğer yanım hâlâ korumaya çalışıyor olabilir.

Aşk, insanın kendisini aptal gibi hissetmekten hoşlanabilmesidir.

Oysa şimdi anlıyorum ki insan elleriyle biçim vermeli kendi yalnızlığına, bir heykele biçim verir gibi…

Yine de yaşamak zehirli bir şeydi. Her an yeni bir umuda dönüşerek kanımıza karışabiliyordu.

Ne çalacağınıza karar veremediğiniz durumlarda Beatles en iyi seçenektir.

Bu işler böyleydi işte… İnsan bir kasım gecesi kaldırımın üstünde kalıveriyordu.

İntihar etmenin en iyi tarafı buydu; başarısız olduktan sonraki her şey insana tatlı geliyordu.

Sonra, gitti. İki saat sonra buluşacakmışız gibi ayrıldık birbirimizden. Bir daha hiç görüşemeyeceğimizin o an farkına vardım.

Elbette bir acı yaşadım. Kanatlarım kırıldı. Elbette en kötüsünü gördüm. Şurada yaralarını usul usul, yaygara etmeden sarmaya çalışan bir kadınım.

Sessizlik de icabında müziktir.

Bir kişiyi yargılamadan önce dualarına bakın.

Gerçekler işine gelmiyorsa hayatında bir yamukluk var demektir.

Yine de yaşamak zehirli bir şeydi. Her an yeni bir umuda dönüşerek kanımıza karışabiliyordu.

İnsanoğlu yalnızdır. Yalnız doğar, yalnız büyür, yalnız ölür.

İnsan aklı, sağlığını koruyabilmek için olmadık taklalar atabiliyor.

İnsan yalnızken kendini üstüne her yerden iğne yağan bir mıknatıs gibi hissediyor.

Onun yanındayken sözcükleriniz görünmez bir duvardan sekip size geri dönerdi.

Kimseye sitemim, kimseden şikayetim yok. Belki şans yüzüme güler de aklıma yeni bir cümle gelir diye, kalbimin derinliklerini kalemimle yokluyorum.

Kimse yarınını bilemiyor artık. Bir fırsat varsa insan onu kullanmalı.

Yazının büyüsüne kapılıp yalnızlığa sürüklenenler gibi, aşkın büyüsüne kapılıp iki kişilik bir ıssızlık inşa edenler de var.

İlk başta hep böyle olur. Sırtından tonlarca yük kalktığını hisseder insan.

Aslında yazı da aşk da aynı şeyini tehdit ediyor insanın: özgürlüğünü.

İnsan tören sürerken ölümün ciddiyetini kavrayamıyor nedense. Ölüm hiç olmadığı kadar zararsız görünüyor.

Gördüğümüz her şeyi anlayıp yorumlamak iflahımızı kesiyor hayat botunca. O çok övündüğümüz zekamız bizi yalnız ve huzursuz varlıklar haline getirmekten başka işe yaramıyor.

Gerçi güzel kadınların ayna karşısındaki hazırlıklarını sonsuza kadar seyredebilirim. Onların ruj sürüşleri, gözlerine kalem çekişleri, allığı ve pudrayı kullanışları şu dünyadaki en güzel görsel şölendir.

Yolculuk güzel bir yalnızlıktır. Sadece sana ait olan, kimsenin elinden alamayacağı bir zaman parçası.

Gizemli olmak için çabalamıyordu ve onu asıl gizemli kılan buydu. Her şey olması gerektiği gibiymiş, düzeltilmesi gereken hiçbir şey yokmuş, tek yapmanız gereken ayak uydurmakmış gibi bir duygu veriyordu.

Ben keyifsizken başkalarının kelebekler gibi sektiğini görmekte içimi acıtan bir şey var.

Eski Türk filmlerinde adamların konuşurken neden kadınlara sırtlarını döndüklerini işte o an anladım. Gözlerim dolu dolu olmuştu ve geriye dönecek olsam bir rezalet çıkaracağımı adım gibi biliyordum.

Başkalarının hayatını o kadar merak ediyorsanız roman okuyunuz.

Ne zaman kendimi böyle rahat hissetsem, karşı yönden gelen bir de huzursuzluk duyarım. Rahatladığım anlarda savunmasız hissediyorum herhalde kendimi.

Çizgiyi aşıp varlığımızı acıtan deneyimlerden geçtikten sonra mutluluğun ve mutsuzluğun ötesinde bir yere ulaşırız.

Kızcağız uyuyordu, çünkü içi rahattı. Her şeyi çözdüğünü zannediyordu. Sanıyordu ki, bu hikâyeden geriye kalan sadece usul usul kanayan bir yaradır. Onu da zaman halleder, insan uyuyabilir artık.

Aslında ciddi şeylerdir karikatürler; her biri yaşantımıza akıl ve neşe katar.

İnsanın aşırı büyük bir güç karşısında aciz hissettiği andı bu. Alacak nefes, kuracak cümle kalmıyordu.

Galiba insan kendi bencilliğiyle en çok bir mezarı ziyaret ettiğinde yüz yüze geliyor.

Bence hepimiz kalbimizin derinliklerinde aynı şeye ihtiyaç www.guzele.com duyuyoruz. Bir şey kalbimizi yakalasın, yalnızlığımızı gidersin istiyoruz.

Hiçbir duygusunu tek başına yaşayamayan bir kızdı Ayşe; içinde olup bitenleri etrafına yaymadan, tüm dünyayı kendisine dahil etmeden nefes bile alamazdı.

Bense hayatta bir şeyleri becermeyi galiba sadece annem için istedim. Sırf onun yüzünde keder dışında bir ifadenin nasıl duracağını merak ettiğim için.

Müzik yapmanın insanlar üzerindeki iyileştirici gücüne defalarca şahit olmuştum, insanın elindeki aletle bir bütün haline geldiği bazı anlar vardı. O zaman tek başımıza bir varlık olmaktan çıkıyorduk. Etrafımızdaki dünyanın iyi kötü bir parçası haline geliveriyorduk. Gitarı doğal bir uzantımız gibi hissedersek eğer, gitarın yapıldığı ağacı, ağacı besleyen toprağı, toprağı var eden suyu da hissedebilirdik. Ben böyle düşünüyordum.

Yüksek sesle söylenince hiçbir şey korkutucu görünmüyordu insana. Sanki sesimle beraber sıkıntım da benden çıkıp uzayın derinliklerinde kayboluyordu. Bazen de bu konuşmalarımı kaydediyordum. Kendi sesi insana nasıl yabancı gelirse, dertlerim de o kayıtları dinlerken bana öyle uzak ve zararsız görünüyordu.

Bazı mektupların yazılmasını geciktiren bir kısır döngü var. Önce gücü yetmediği, ne söyleyeceğini bilemediği için yazamıyor insan. Sonra bu tereddütler yüzünden mektubun yazılması gereken zaman geçiyor. Tren kaçıyor yani. Bu sefer gecikmiş olmanın suçluluk duygusu engelliyor seni. Mektup asla yazılamıyor.

Yorum yapın